AKMAN ATILGAN



SAVAŞ ESİRİ BİR BMX’İN ÖYKÜSÜ

2010 Kasım ayıydı. Libya’da bir şantiyede proje müdürüydüm. Hayatlarının bir bölümünü Libya’da geçirenler bilirler, sosyal hayat Libya’nın birçok yerinde yok denecek kadar azdır.  Yaşadığım bölge Libya’nın doğusunda Yeşil Dağlar dedikleri bir bölgeydi. Herhangi bir spor yapan son derece azdı. Tek şahit olduğum spor faaliyeti kapalı bir mekanda bulut gibi sigara dumanı altında oynanan masa tenisiydi. Konumuz BMX olunca gerisini siz düşünün. Bırakın BMX’i, orada bulunduğum 2 yıl boyunca  herhangi bir bisiklet gördüğümü bile hatırlamıyorum. Aslında bu çok da normaldi çünkü bisiklete binen birisinin 14 yaşında çılgınca araba kullanan bir çocuk tarafından öldürülmesi işten bile değildi. Bu şartlar altında geçen aylar boyunca bisiklet özellikle de 20 yıldır uzak kalmış olduğum BMX en çok özlediğim şeylerden biri olmuştu. Bir gün dayanamadım ve internette BMX adına şu an neler yapılıyor kimler biniyor, yeni BMX ler neye benziyor diye bir araştırmaya girdim. Giriş o giriş. Hala çıkmış olduğum söylenemez...


20 yıl içerisinde nelerin değiştiğine inanamadım. Sanki beni zaman kapsülünde uyutmuşlar 20 sene sonra uyandırmışlar ve ben şaşkın şaşkın yeni BMX lere bakıyordum. Zamanımın platformlu, krom ya da rengarenk ve her markanın kendisine has geometrileri gitmişti. Bizim bisikletlere artık “old school”-eski okul deniyordu. 20 sene önce kadroya bakarak bisikletin marka model ve yılını söyleyebilirdim ama şimdi gördüğüm bisikletler birbirlerine o kadar benziyorlardı ki... Şimdiki bisikletler disipline has üretiliyordu. Flatland için rampa için, street için farklı kadrolar üretilmişti. 20 sene öncesine baktığım zaman ise tek bir bisikletle her haltı yemeye çalışıyorduk!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   

Old School -New School

Bunlarla beraber parçaların ebatları da değişmişti bu nedenle eski ve yeni bisikletler birbirlerinin parçalarını kullanamıyorlardı. Üstüne üstlük bizim eski bisikletler artık BMX Museum ya da Vintage BMX gibi sitelerde yayınlanıyordu. Ben de mi müzelik olmuştum acaba!?!?


   BMX Museum’dan bir bisiklet

New School bisikletlerin görünüşünü sevmesem de seyrettiğim videolarda hayal bile hareketleri yaptıklarını gördüğümde bu BMX lerin oldukça hafif ve geometrilerinin bu işe artık tam olarak uygun olduklarından da emin oldum. Ben hiçbir zaman çok yetenekli bir sürücü olmamıştım, ama yeni jenerasyonun yaptığı deli hareketleri görünce de buna yakın bile olmadığımı gördüm. Aslına bakarsanız bu beni fazla üzmedi. Ne de olsa artık 30 lu yaşların ortasındaydım ve bazı gerçekleri kabul etmek gerekiyor. BMX’in asla ölmemiş ve Türkiye’de de bir çok genç ve yetenekli sürücü olduğunu görmek beni çok sevindirmişti.

Internet gezintisi sırasında 2006 yılında sınırlı sayıda 1988 Haro Sport’un retro versiyonunu üretmiş olduklarını öğrendiğimde ve resimlerini gördüğümde hatta bu bisiklete aşık olmuştum. Bir tane mutlaka almalıydım!

 

2006 Retro Haro Sport

İlk işim Kadıköy Bisiklet Evi’nden Hakkı ile temas etmek oldu. Cevabı bu bisikletlerin hiç Türkiye’ye gelmediği ancak dışarıdan getirtebileceğim şeklinde oldu. 20 yıl önceye tekrar bir dönüş yaşadım. O zaman internet yok, posta çekiyle para göndermeler, gemiyle 3-4 ay bisiklet beklemeler ve şanslıysan çok para ödemeden haftalar süren gümrük işlemleri... Neyse ki şimdi işler biraz daha farklıydı...

Libya’da adres ya da posta sistemi olmadığı için ebay üzerinden Libya’ya sipariş şansım yoktu.  Bir İngiliz şirket için çalışıyordum ve birkaç hafta sonra İngitere’ye gidecektim. Kim bilir, belki oradan bir tane bulursam, orada teslim alır ve beraberimde getirebilirdim...

İngiltere’de birkaç tane satılık retro Haro Sport bulduysam da gideceğim yere uzaklardı ve paypal haricinde asla satmaya yanaşmıyorlardı. Hele Libya’dan geleceğimi söyleyince inanmayanlar da oldu. Nihayet eski bir sürücü olan Robert Flann’ın satılık ilanını gördüm. Bir çocukları olacağı için evde yer açması gerekiyordu ve oğluna almış olduğu ve neredeyse hiç kullanılmamış bisikleti satılıktı! Şirketimizin merkez ofisine yakın bir yerde oturuyordu ve kalacağım otele bisikleti getirmeyi kabul de etmişti. Ancak ufak bir sorunum vardı... Libya’ya gelmeden önce tüm kredi kartlarımı iptal ettirmiştim. Rob kesinlikle banka hesap bilgilerini de vermeyi kabul etmiyordu. Dolayısıyla tüm umutlarımı kaybediyordum. Bisiklet hala açık artırmadaydı ve ben İngiltere’ye gittiğimde çoktan satılmış olabilirdi!

Gidişime son bir hafta kala e-bay’e tekrar baktım. Bisiklet ala satılmamıştı!. Son bir umut kırıntısı ile Rob’a bir mesaj attım. Bana cevap mesajında telefon numarasını vermişti ve gelince bana mesaj at bisiklet senin olsun diyordu! Ne yalan söyleyeyim çocuklar gibi sevindim. Ancak hemen ikinci bir sorun baş gösterdi. Bisikleti nasıl taşıyacaktım?

Tekrar Google , anahtar kelimeler, bisiklet çantası v.s. Artık herşey MTB ler için üretiliyordu. Ne sinir bozucu. Bir Çin sitesinde BMX taşıma çantası bulduysam da İngiltere’de veya Türkiye’de olmadığını öğrenmem uzun sürmedi. Çinden gelene dek bana yetişmesi  imkansızdı.

 

 

Tek seçeneğim SCOTT’un devasa boyutlardaki MTB çantasıydı ve Ankara’da satılıyordu. Muhasebecimizin babası Ankara’da yaşıyordu ve sağolsun benim için satın alarak 2 günde Libya’ya ulaşmasını sağladı!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çantayı aldığım günün ertesi günü İngiltere’ye uçtum. Sabah erken saatlerdebir toplantım vardı ama aklımda ne proje bütçesi ne iş programı vardı. Aklım  işten ziyade BMX’teydi... Masanın altından gizlice Rob’a bir SMS attım. (Whatsapp’ın icad edilmediği yıllar). Saat 18:00’de otele getireceğim diye mesaj attı ve toplantıda kimsenin anlam veremediği bir gülümseme yüzüme yayılmıştı bile...

Tam 18:00 ve Rob kuzeniyle beraber lobiye geldi. Yanında da bebek gibi çil çil Haro Sport. Neredeyse hiç kullanılmamıştı! Lobide oturup birkaç birşey içtik ve açıkçası başta benim bir dolandırıcı olduğumu düşündüğünü  Libya’dan gelen bir Türk’ün bir BMX’le ilgilenebileceğini hiç hayal edemediğini söyledi. Bisikletini güvenilir ellere bırakmanın (ve cebindeki 200 Poundun sıcaklığıyla) Rob otelden beni yeni bisikletimle başbaşa bırakarak ayrıldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   White Horse Hotel-Dorking

Şimdi bisikleti sökerek çantanın içine yerleştirme zamanı gelmişti. Yanımda getirdiğim allen anahtarları ve kurbağacık sayesinde 3 parça krankı, dişliyi ve tekerlekleri söktüm. Allahtan kafam çalışmıştı da Rob’a evde pegleri sökerek gelmesini söylemiştim, Aksi halde yanımda lokma takımı getirmek zorunda kalacaktım. Akşam 8 olmuştu. Bisikletin çizilmesini önleyecek birçözüm bulmalıydım. Otelde hızla çıktım ve tam karşımda aradığım şeyi buldum. Herşeyin satıldığı bir dükkan!

  
   Otelin hemen karşısındaki All-Sorts Shop

Hazine bulmuş kadar sevindim. Burada herşey vardı!. Baloncuklu ambalajkağıtları, makaslar, koli bantları...

Ve bisikleti paketledim. Haro Sport Libya’ya uçmaya hazırdı!

5 saatlik bir uçuş, standart dışı bir bagaj, Libyalı memurlara nükleer bir silah taşımadığıma dair verdiğim uzun söylevler, havaalanından eve 2.5 saatlik bir sürüş ve nihayet Yeşil Dağlardaki evime gelmiştim... Eşim bisikleti görünce büyük bir şaşkınlık yaşasa da benim garip hobilerime alışkın olduğu için şaşkınlığı uzun sürmedi....

Saniye kaybetmeden bisikleti biraraya getirdim. Selesine oturdum. 20 sene önce sahibi olduğum Haro Sport’tan biraz küçük gibi ve daha ağır geldi önce. Yoksa 20 sene öncesine göre ben mi daha büyük ve ağırlaşmıştım? Sizce hangisi?


Bisikleti getirdiğim günden sonra uzun yağışlı günler birbirini izledi. Güneş kendisini neredeyse hiç göstermedi ve bisikletime bir kere dahi binemedim. Yoğun inşaat programı da cabasıydı. Evin garajında 20 m2 lik bir alanda bir kere deneyebilmiştim sadece.

Ve 16 Şubat 2011 günü Libya’da hükümete karşı bir ayaklanma başladı. Şantiyede işleri güvenlik nedeniyle durdurmak zorunda kaldık ve tavsiye üzerine evlerimize çekildik. İlk gün birkaç silah sesi ve çığlık sesi duydk ve durumun çok ciddi olmadığını düşündük. Ertesi gün evimize gelen temizlikçi bir gün önce 10 kişinin çatışmalarda öldüğünü söyleyince ülkeyi terketme kararını almam zor olmadı. Bunu her nakadar istediysek deen yakın havaalanı 2.5 saat uzaktaydı ve kimse bize şoförlük yapmak istemediği gibi kendimizin araç kullanmasının da son derece tehlikeli olduğunu söyüyordu. Ancak 11 aylık kızım, eşim, tesadüfen bir hafta önce bizi ziyarete gelen gelen annem, babam, teyzem ve 70’e yakın çalışanımızla ülkeden ayrılmalıydım...

Kendisini ailemizi savaş süresince korumaya adamış olan Libyalı bekçimiz ve şimdi arkadaşım olan Khalifa...

Günler birbirini kovalıyor ve çatışma seslerinin şiddeti artıyordu. Pencereden kurşun girme ihtimaline karşı evde devamlı diz çökerek yaşıyorduk.Allahtan akıllılık etmiş ve birkaç haftalık su ve yiyeceği önceden stoklamıştık. Çatışmalar gece hafifleyince Libya’lı mühendislerim eve geliyor ve ihtiyacımız olup olmadığını soruyorlar yiyecek birşeyler de ayrıca getiriyorlardı.

Artık bir karar verme vakti gelmişti. Batıya. Bingazi’ye havaalanına gidemiyorsak tek çaremiz doğuya yani Mısır sınırına doğru kaçmaktı. Mısır’da Arap baharından nasibini almış ve sıkıyönetim vardı ama en azından Libya kadar sıcak çatışmalar içerisinde değildi. Bizi Mısır sınırına götürmeyi kabul eden 7 minibüs ve eskorluk edecek olan arkasında makineli tüfekli bir pick up’a şantiyedeki parayı son kuruşuna harcayarak yola çıkacaktık. Yerimiz azdı ve herkese yanlarına sadece bir küçük çanta almaları talimatını verdim. Eşim bu durumdan makkyaj malzemeleri ve ayakkabıları nedeniyle hoşnut olmadıysa da örnek oluşturacağımız için bu kural bizler için de geçerliydi. Benim durumum ise bambaşkaydı. Çok sevdiğim ve zahmetlerle getirebildiğim BMX’imi bırakmak zorundaydım. Ayakkabılar yerine konabilir ama old school bisikletler değil...!

 Haro Sportumla Son Kare

   Yoldan Bir Kare

Ve ayrılık vakti gelmişti. Evden arılmadan bir gece önce bisikletimle resim çektirdim. Belki size çılgınca gelecek ama gidona doğru eğilerek “senin için geri geleceğim” dediğimi hatırlıyorum. Kimbilir belki bu ülkeye bir daha asla gelmeyecektim...Böyle bir durumda değerini bilecek ellere geçme şansı neredeyse yoktu...Ertesi gün gün doğmadan yola çıktık...

Yolda iki gün bir restoranda bazukalı adamlar korumasında sığınma, sonra restoran yakınlarına Türk Hükümetinin göndereceğini söylediği feribotları bekleme, feribotların uzaktan görünmesi ve aniden rota değiştirerek Bingazi’deki Türklere yönlendirilmeleri, umutları kaybediş, ve tekrar bir kararla Mısır sınırına devam etmek....

Mısır sınırında bekleyiş

Pasaportlaımız yanımızda olmadığı için 24 saat sınırda bekledikten sonra nihayet konslosluk yetkikileri bizi Mısır’dan içeri sokmayı başardı ve ayarladıkları otobüslerle İskenderiye’ye kadar götürüldük... Havaalanında 20 dakika bile beklemeden kendimizi uçağın içinde bulduk...

Nihayet nefes kesici bir kaçış sonunda kurtulmuş ve evimize gelmiştik...Arkada bıraktıklarımıza rağmen...

ÇOK YAKINDA: SAVAŞ BÖLGESİNDE BİR KURTARMA OPERASYONU!!!